07/11/2018 tarihli Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Sayın Başkan, dünkü uygulamalarınız nedeniyle bunun Komisyonumuza yakışmadığını bir kere daha ifade etmek istiyorum. Tabii ki grup başkan vekilleri burada olabilir, önerilerini sunabilir ama bir mobbing yapıp, baskı uygulayıp sizi etki altına almalarını doğru bulmuyorum. Bu, Parlamentonun da Komisyonun da saygınlığına uygun değildir.

Şimdi, biz niye bu kadar ısrar ediyoruz? Sizin burada durmanızda problem yok ama baskı yapmanızda problem var Sayın Grup Başkan Vekili.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) – Ben gidiyorum o zaman.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Yok, durabilirsiniz, eğer baskı yapmadan durabiliyorsanız durabilirsiniz.

Şimdi, bizim burada meselemiz şu, biz diyoruz ki: Bu verdiğiniz karar insanları öldürecek, hastaları öldürecek. Bir kişiye bile haksızlık yapma hakkınız yokken binlerce hekime, onların on binlerce, yüz binlerce hastasına haksızlık yapacağız. Bizi insanlar niye gönderdiler buraya? Bizi göndermelerinin sebebi: Buradan kanunlar çıkarken insanların hayatları etkilenmesin, hayatları kararmasın. Bizim feryadımız, figanımız bunun için. Yoksa terör örgütleriyle sonuna kadar mücadele edin. Bir Sağlık Komisyonunda terör örgütleriyle mücadele etmenin karşısında hiçbir hekim, hiçbir insan durabilir mi? “Terör” dediğininiz, korku yaratarak, şiddet uygulayarak insanların hayatına kastederek bir amaca ulaşmayı hedeflemek demek.

Biz, ömrünü insanları yaşatmaya, insan hayatını uzatmaya vermiş birileri olarak, bu meslek mensupları olarak bunları niye savunalım ki? Ama siz ne diyorsunuz burada getirdiğiniz düzenlemede? “Terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulundurmak, karar verilen yapı, oluşum, gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut da bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilerek ilgili mevzuat çerçevesinde kamu görevinden çıkarılan…” Yani şimdi diyelim ki sizin, Parlamentoda… Bu arkadaş -ben olayı kişiselleştirmek istemiyorum ama- kim? İsmail Tamer, AKP Kayseri Milletvekili. Bu kim? Fetullah Gülen. Yapışıklar mı? Yapışıklar. İnanın, yapışık ikiz gibiler. Bakın, bu kişiyle mücadele etmek için kanun teklifini hazırlatacak burada bizim bir tane milletvekili yok muydu beraber fotoğraf çektirmeyen? Niye bu kişiye bunu hazırlatıyorsunuz? Bu, bizim aklımızla alay etmek. Bu, FETÖ’yle mücadeleyi sulandırmak demek. Ben de istiyorum ki bu ülkede devletin güvenliği, halkın güvenliği için, insanları katleden örgütlerin insan hayatına kastetmemesi için elimizden geleni yapalım. Ama bu yaptığınız, inanın, bu işi sulandırarak bu mücadelenin önünü kesmekten başka bir şey değil.

Burada az önce grup başkan vekiliniz dedi ki: “Konuşmak haksa susturmak da haktır.” Susturmak hak değil, zulümdür. Demokratik rejimlerde insanların susturulmasının yeri yoktur. Eğer biz derdimizi anlatıyoruz ve karşı taraf bunu anlamıyorsa biz ısrarla derdimizi anlatmaya devam edeceğiz. Biz burada duvarlara konuşmuyoruz, vicdanlara konuşuyoruz ama bizim karşımızdaki duvar gibi davranırsanız, şuradaki saat gibi davranırsanız bizim konuşmak dışında yapacağımız bir şey yok çünkü bir haksızlığı devam ettirmek istiyorsunuz.

Burada bu getirdikleriniz sadece bir haksızlık değil, burada insanlar mağdur olacak, yarın mahkemeye gidip geri dönecekler bu keyfî uygulamalarınız neticesinde ve bunların bütün bedellerini bu devlet ödeyecek ve haksız hukuksuz bir cezalandırma yapıyorsunuz. Burada 28’inci madde var. 28’inci madde şunu diyor: “Bir gün bile devletin güvenliğine yönelik bir suçtan hüküm giydiyse ona Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde hekimlik yaptıramazsınız.” Siz “Mevcut kanunları uygulayamıyorum.” diyorsunuz, keyfî kanunlar çıkarmaya çalışıyorsunuz. Burada FETÖ’yle mücadele, terör örgütleriyle mücadele ise maksadınız, terör örgütlerine üyeliği mahkeme kararıyla kesinleşmiş olan kişilere zaten hekimlik yaptırmama hakkına sahipsiniz. Niye bu hakkınızı kullanmıyorsunuz? Kullanın bu hakkınızı.

Şimdi, burada madde 28 “Hekimlik mesleğinin icrası için; Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle ya da devletin güvenliğine karşı suçlar anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından hapis cezasına mahkûm olmamak gerekir.” diyor bir gün bile olsa. “İcrayı sanat etmesine mani ve gayrıkabili şifa bir marazı aklı ile malul olduğu bilmuayene tebeyyün eden tabipler, Sağlık Bakanlığının teklifi ve Sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla icrayı sanattan menolunur ve diplomaları geri alınır.” diyor. Böyle bir kanun var. Bu kanun bize -hani, diyorsunuz ya “FETÖ’yle mücadele edeceğiz”- o FETÖ’yle mücadele için size sınırsız imkân sunuyor. Bu burada dururken niye diyorsunuz ki siz… “Geçmişte FETÖ’yle mücadele adı altında yaptık.” diyorsunuz ya bu işleri, Hüseyin Avni Mutlu’yu -İstanbul’un Valisiydi- bugün hapse attınız FETÖ’den. Onun polisleri, onun emniyet müdürleri, öğrenciliği sırasında çocuklarla ilgili, gençlerle ilgili… Berkin’in cenazesine katıldı, şurada bir protesto eylemine katıldı diye bunlara bizim hekimlik yaptırmama hakkımız var mı? “Eğer devlet güvenliğine karşı işlenen suçlarsa siz bu kişileri MİT’e almayın, Emniyete almayın, savcı yapmayın, hâkim yapmayın, belediyelerinize almayın.” dedik, o FETÖ’den atılanları siz aldınız, başdanışman yaptınız belediyeye. O belediyelerinizde başdanışman yaptıklarınızı, sonra geldiniz, müsteşar yaptınız, bakanlıklarda görevlendirdiniz. Biz sizi uyardık “Yapmayın bunları.” dedik ama siz bunları yapmış olmanın yanında hâlâ bu işi sulandırarak bu işi sonuç almamaya doğru itiyorsunuz. Aynı Nürnberg mahkemeleri gibi, burada insanların hekimlik yapmasını engelleyecek uygulamaları, 1935’te Hitler’in yaptığı o uygulamaları burada yapmamız bu Parlamentoya saygınlık kazandırmaz.

Burada “raporlar” diyoruz, “Kısmen çalışmalarına müsaade edelim öğrencilerin.” diyoruz. Altı yüz gün, daha mesleğinin başında mesleğini unutturalım, ondan sonra çalışmaya başlasınlar akıllarında bir şey kaldıysa, ondan sonra öğrenmeye devam etsinler. Bir çocuğun bile iki sene ağzını kapatırsanız konuşmayı unutur. Siz daha mesleğini yeni öğrenmiş birisine bu zulmü reva görmeyin. Devletin, dediğim gibi -MİT personeli, Emniyet personeli, savcı, hâkim- devletin güvenliğine kasteden kişileri buralarda çalıştırmama hakkı var ama “Bu dışarıda da sokakta da çalışmasın, özelde de çalışmasın.” dediğinizde, “Ağaç kökü yesin.” dediğinizde siz sadece onları cezalandırmıyorsunuz.

Ben evvelki gün örnekler vermiştim, dün söz vermediğiniz için konuşmamıştım. Cem Terzi, onkolojik cerrah. Onkolojik cerrah olarak ne yapıyor? Hastalara şifa dağıtıyor. Kanser hastaları tedavi olmadığında iyi mi olacak? Daha önce Sayın Cumhurbaşkanının ameliyatı için üniversiten ayrılmak zorunda kalan Dursun Buğra, geldi, Cumhurbaşkanının ameliyatına girdi. Siz bir düzenleme yapıyorsunuz, sonra tam tersi. O gün bir düzenleme çıkardılar, dediler ki: “Şu kişiler ameliyat yapamaz.” Yine, Cumhurbaşkanının annesi için o maddeyi delmek zorunda kaldınız ve yine aynı şekilde, o madde daha çıktığının hemen ertesi haftalarında ezilerek, çiğnenerek o kişiler ameliyat için o hastaneye getirilmek zorunda kaldı.

Şimdi, burada birisinin başına acil bir şey geldi diye “Ben KHK’liyim kardeşim, benim güvenlik soruşturmam da yok, ben burada ölene müdahale etmeyeyim.” mi diyecek? Arkadaşlarımız örnek verdi, kalp krizi geçiren birisine resüsitasyon yaptık canla başla, insanı yaşatmaya çalıştık; o kişiyi bugün attığınızda, o hastaneleri boşalttığınızda “Oralara giden hastalar ölsün.” diyoruz biz. Bu, doğru değil, bunu hiçbir vicdan kabul etmez. Bir hekim bir hekime bunu yapamaz, bir hekim halka da bunu reva göremez. Sadece hekimi cezalandırmıyorsunuz, sadece onun ailesini cezalandırmıyorsunuz; gerçekten burada konuştuğumuz 7.500 kişi, bu 7.500 kişi aileleriyle birlikte bir stadyum dolusu adam. Burada bir Nürnberg mahkemesi kuruyoruz, bir stadyum dolusu insanı açlığa ve bu milleti de onların bilgi birikiminden istifade etmemeye mahkûm ediyoruz; problem bu. Bunun için bunu vicdanlarınızla dinleyin. Bu konuda terörle mücadeleyi yapalım, mutlaka yapalım. Bizim uyarılarımızı şimdiye kadar dikkate almadınız ama bunu sulandırarak onlarla mücadeleyi sekteye uğratacak şekilde yapmayalım; bu, ona hizmet ediyor, bizim derdimiz o.

Rapor düzenleme yetkisi bir kişinin elinden alınamaz. Eğer usulsüz bir rapor yaptıysa ona en ağır cezayı verelim, ona verdiğimiz o cezayla o kişi bu işlerden, haklardan mahrum olsun ama bir de şu var: ÖSYM’de biz kimin soruları çaldığını biliyoruz; bu, devlet olarak elinizde. Hangi üniversite sınavında, hangi TUS sınavında, hangi KPSS sınavında kimlere soru verilmiş, kimler soruları çalmış, Turgut Özal Üniversitesinden ÖSYM’ye çekilen soru hattı, oradaki özel fiber kablolarla çekilen hatlar… Orada ne kadar sorunun ne kadar kişiye gittiği biliniyor. Aynı sorulara aynı cevapları verenleri tespit etmek bugünkü teknik imkânlarla mümkün, siz bu imkâna sahipsiniz ve o soruları çaldırıp verdikleri adamları bulup gerekli yaptırımları yapabilirsiniz. Bu konuda soru önergesi verdim, kulağınızın üzerine yattınız. Eğer derdiniz onlarla mücadele etmekse o soruların verildiği kişileri tespit edebilirsiniz, bunlara da gereken yaptırımı uygulayabilirsiniz. Niye yapmıyorsunuz bunu? Yapmak istemiyorsunuz, tespit etmek istemiyorsunuz; bu işte samimiyetle bir mücadelenin gereği bu değil, bu davranışınız değil.

Şimdi, burada, dediğim gibi, en başarılı, bunlar profesör, çocuk nefroloğu… Ya, bir çocuk nefroloğunu işinden etseniz ne olur, etmeseniz ne olur ailesi 5 kişi? Ama o ufacık çocukları, o hastalıktan şifa bulacak çocukları ölüme terk ediyoruz arkadaşlar. Bu, doğru değil, bunun demokratik rejimlerde yeri yok ve biz mahkeme yerine kendimizi koyduğumuz takdirde, kuvvetler ayrılığına değil, kuvvetlerin birliğine, tek adam, tek karar verici kişiye bütün haklarımızı teslim etmiş oluruz. Bu tek adam ben de olsam, siz de olsanız kimsenin buna hakkı yok. Daha önce söyledim, siz diyorsunuz ki: “Bundan sonra doktorluk mesleğini en önde gelen yüzde 1 değil, binde 1 değil, Türkiye’nin en yüksek puanını alanlar değil, daha sonrakiler tercih etsin.” Şimdi, ülkenin geldiği sağlık ortamında eğer insanlar o puanları alıyorlarsa, o zekâlarıyla bazı sıkıntıları aşabilirler. O, bu Türkiye’nin sağlığı için de halkın sağlığı için de önemli bir katkıdır. Eğer siz o ön gruptakileri almaz da yüzde 25’lik gruptakini alırsanız o zekâsıyla o sorunların üstesinden gelemez, o kişiler yavaş yavaş alta doğru kaydığında sağlığını kaybeder yani o aşamadığı, üstesinden gelemediği konular sizin kardeşinizin kalp hastalığı olabilir, sizin bir akrabanızın doğumu olabilir ve burada üstesinden gelemediği her şeyde de bu millet bunun cezasını çekmiş olur. Şimdi, OHAL kalktı diyoruz, OHAL’den de daha beter uygulamaları buradan götürüyoruz.

Daha önce “Özelde çalışsınlar, biz devlet olarak çalışmak zorunda değiliz.” deniliyordu, şimdi yine “Özelde de çalışmasın, ağaç kökü yesinler.” deniyor. İntihar vakaları artacak arkadaşlar, söyledim 100’e yakın intihar. Şimdi, birileri istemiş olabilir, ben şu niyete kesinlikle bir şey demiyorum yani terör örgütü üyesiyse, terör örgütüne doğrudan hizmet ediyorsa, üyelik bağı olarak o amaca katkı sunuyorsa, mahkeme kararı da bunu tespit ettiyse bunun gereğini yapalım, zaten yapma imkânımız var. Biz bu keyfî uygulanacak kanunları çıkarttığımızda yarın bunlar size de uygulanabilir, pekâlâ uygulanabilir yani samimiyetle söylüyorum; buna hakkımız yok. Geçmişte “Mağdurum.” dediler, şimdi iktidara geldiler mağduriyet yaratıyorlar. Yarın iktidar değişecek, Türkiye’nin düzeni, dünyanın düzeni hep böyle kalmayacak. Bizim burada hakkaniyetten uzaklaşmamız gerekiyor. Eğitimli meslek grupları, bugün gelen bu yasada ne var? Hekime ceza var, eczacıya ceza var, daha önce avukata, mali müşavire, efendim, okumuş meslek gruplarına sistematik bir ceza var. Bizim, okumuş meslek gruplarını cezalandırıp özendirmemek yerine özendirmemiz gerekiyor. Burada cezaları affeden bir tutum var, gemilerin cezasını, gemiciklerin cezasını affedeceğiz, efendim, eczacıya, doktora ceza getireceğiz. Bu, doğru bir uygulama değil.

Şimdi, “Bu, 30 bin kişi, bir stat dolusu insanın doğrudan hayatını, milyonların da sağlığını etkileyecek bir konu.” demiştim. Burada eğer biz doktorların elinde stetoskopla, elinde bisturiyle darbe yapacağına inanıyorsak biz bu konuda sizi uyarmıştık, dedik ki: “Bakın, bu yapılar var, eline F16 vermeyin, eline tank vermeyin, eline silah vermeyin, eline çocuklarımızı vermeyin.” Ne yapıldı? Bunlar akademide yerleşti, bunlar F16’ların başına geçti, Gölbaşı’nda 50 polisi katletti. Ben o yarım bedenleri gördüm orada, o Adli Tıp morgunda yarım bedenler, belden aşağısı yoktu. Eğer bir kişinin kulu kölesi olursanız, kendi insanlığınızdan vazgeçerseniz, birilerinin talimatıyla hareket ederseniz, kendinizi adam yerine koymazsanız öldürdüğünüz insanları da insan yerine koymuyorsunuz ve o koymayanlar, o ellerine F16 verilenler maalesef 50 polisi orada şehit etti. 251 kişinin katledilmesinin sorumluluğu Adalet ve Kalkınma Partisinde de var, orada bizim uyarılarımıza rağmen dikkate almayan bürokratta da var, kulak vermeyen halkta da var. Herkesin takkesini önüne koyup düşünmesi lazım.

Şimdi, burada bizim haksızlıklara, insan hayatını yaşatmak konusunda yemin etmiş kişilere bu haksızlığa uygulamaya hiçbir şekilde hakkımız, haddimiz yok. Biz bu konuyla ilgili olarak… Anayasa’da hakları var kişilerin, diyor ki: Emeğini üretime katıp çalışma hakkı vardır, eşitlik hakkı vardır. Bu hakları Anayasa’ya aykırı olarak biz kullandırmazsak bu Anayasa Mahkemesinden dönecek, bu yapılan iş bir şeye benzemeyecek; Anayasa Mahkemesinden dönmesi de zaten normal olanı ama siz bu kanunla, dediğim gibi geçmişteki, 1219 sayılı Kanun’un 28’inci maddesinde bunları yapabiliyorsunuz, buralarda ilave bir düzenleme getirecekseniz bunu konuşalım, bunu getirelim ama yeni mağduriyetler yaratma konusunda bu işi yapmayalım. Burada OHAL döneminde KHK’lerle Sağlık Bakanlığından 1.927; tıp fakültesinden de 1.417; toplam 3.344 kişi bu işten mağdur olmuş durumda. Bu sayı sadece devlette olanlar. Bunun dışında yeni mezunların atanmamasını da -1.500’e yakın- göz önüne aldığınızda, KHK nedeniyle özellerde çalışamayacakları da göz önüne aldığınızda burada çok geniş bir kitle maalesef mağdur edilecek.

Şimdi, kaç gündür buradayız, gece gündüz çalışıyoruz; evvelsi gün Kayseri Tabip Odasının bizim düşüncelerimize karşı olduğunu, bu düzenlemeyi istediğini söylemişti; Tabip Odası bir açıklama yaptı “Yerel ve ulusal basın kuruluşlarına” diye, işte, “Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi görüşülmeye başlamıştır.” diyor. Burada gerek tabip odalarına getirilen uygulamaların gerek hekimlerin hekimlik yapmasını engelleyecek uygulamaların tamamen karşısında olduklarına dair Kayseri Tabip Odası Yönetim Kurulu adına Genel Sekreter Doktor Hakan Karabulut bir açıklama yaptı. Yani aklı başında hiçbir hekimin, aklı başında hiçbir tabip odasının bu uygulamaları savunması mümkün değildir, bu mesele de sağ/sol meselesi, iktidar/muhalefet meselesi değildir; bu bir insanlık meselesidir, bu bir vicdan meselesidir. Bu vicdansızlığa kimsenin katkı sunmaması lazım. Anayasa’ya aykırılıkla ilgili burada biliyorsunuz Kanun ve Kararlardan bir inceleme raporu var, buradaki 5’inci maddeyle ilgili sadece usulen “‘devlet yükümlülüğü’ ibaresi ‘devlet hizmeti yükümlülüğü’ şeklinde değiştirilmiştir” diye şekilsel bir uyarı yapmışlar sözüm ona; Anayasa’nın çalışma hakkına, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olduğuna dair en ufak bir uyarıda bulunmamışlar, görevlerini yapmamışlar. Zaten Sayın Mahmut Tanal da belirtmişti, 3 kişi de buna imza atmaya vicdanı el vermediği için imzasını atmamış durumda.

Şimdi, devlet hizmetiyle ilgili 657 sayılı Kanun’un 48’inci maddesi zaten devlette bu kişilerin çalıştırılmasına cevaz vermiyor yani burada bu kişilerin hakikaten Türkiye sağlığına verecekleri var, bu kişilerin örgütle bağlantısı varsa bir dakika dışarıda tutmayın, doğrudan cezalarını verin, içeride dursunlar, hapis cezası alsınlar. Bu uzmanlık dallarıyla ilgili çok sayıda profesör, barış akademisyeni Türkiye’de sağlık hizmetinden maalesef geri çekildi. Bu kişiler çocuk kardiyoloğu, çocuk cerrahı, efendim, çocuk nefroloğu yani bir hekimin düşünebiliyor musunuz “barış” demediğini? Aslında barışı savunmayan hiçbir kişinin hekim olmaması lazım yani barışı savunmayan bir insanın, insanı yaşatmaya yemin etmemiş birisinin hekimlik yapmaması lazım. Hipokrat yemini ediyoruz, diyoruz ki: “İnsanı yaşatacağız.” Biz 90 yaşında bir hasta olsun günlerce onun yaşamını iki gün, üç gün, beş gün daha uzatalım diye uğraşıyoruz. Ben Taksim İlkyardım Hastanesinde -daha önceki Bakanımız da oradan ihtisaslıdır- bir gün öncesinden başladığımız ameliyattan on dört, on beş saat çıkmadan o kişinin hayatını kurtarmak için uğraştığımızı bilirim. Yani biz insan hayatını yaşatmaya yemin etmiş olan insanlardan terörist çıkmaz ama kendini insan yerine koymayan, birilerinin kulu kölesi yapmış birileri varsa da bunun cezasını verebilecek elinizde imkânlar var.

BAŞKAN – Ali Bey, topluyorsun, değil mi?

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Topluyorum ama durum çok dağınık. Şimdi, ayrıyeten Genel Kurulda da konuşmam var, ondan dolayı da oraya geçmem gerekiyor ama derdiğimizi de anlatmamız gerekiyor.

SES üyesi -hani dediler ya “Kafanıza göre çağırıyorsunuz.” diye- Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının temsilcisi kaç gündür burada bekliyor görüşlerini aktarmak için çünkü orada da “İnsanlar ölmesin.” dediği için meslekten atılanlar var. Burada onlarca mahkeme kararı var, bu mahkeme kararlarında ne diyor biliyor musunuz? Şurada, özetle toparlamış: “Şahıs hakkında mevcut veri kaynaklarında talebe esas teşkil edebilecek herhangi bir bilgiye rastlanılmamakla birlikte annesi aşçı olarak çalışmış FETÖ’nün işlettiği bir firmada.” Yani insan aşçı, yemek yaparken darbe yapabilir mi? Babası yine aynı şekilde, şoför, yük taşımacılığı işinde yani hamallık yapıyormuş adam, şoförlük yapıyormuş; babası şoförlük yapıyor diye siz buna doktorluk yaptırmıyorsunuz. Hakikaten yani bu hangi akla, hangi hizmete… Yani burada güvenlik soruşturmasıyla ilgili kimin karar verdiği… Az önce de dediğim gibi birçoğunun FETÖ’cü olduğu tespit edilmiş olanların bilgi fişiyle insanlar mesleğini yapamayacak. Ya, altı sene boyunca okumuş, bunların içerisinde gerçekten FETÖ’cü falan varsa; sizin ÖSYM bilgileriniz var, TUS bilgileriniz var, bunların hangilerinin soru çaldığı zaten belli ve biz uyardığımız hâlde “Eşiyle birlikte ikisi 1’inci olmuş KPSS’de.” dediğimizde siz bizimle dalga geçtiniz, alay ettiniz; “O kişiler bu soruları yüzde 100 nasıl yaptı?” dediğimizde hiç umursamadınız. Dün yine bir grup başkan vekili burada konuşuyor “FETÖ’yle mücadele edeceğiz.” falan diye, İlhan Cihaner FETÖ’yle mücadele ettiğinde İlhan Cihaner’e “Hain.” diyen, İlhan Cihaner’in davalarını takip eden, orada Ergenekon’da mağdur edilen, intihar eden insanların karşısında o FETÖ’nün kanallarında boy boy çıkıp onun propagandasını yapanlar bugün gelmişler bize FETÖ’yle mücadele aklı veriyorlar. Bizim onlardan alacak aklımız varsa, biz o kadar vicdansız olduysak, onların aklıyla hareket edeceksek yazıklar olsun bize. Bizim hiç onlardan alınacak aklımız yok çünkü vicdanını o yapılara satmış olan insanlar bizimle dalga geçer gibi burada akıl vermeye kalkmasınlar.

Burada yine başka birçok vaka var, efendim, “Terör örgütü uzantısı olan partiye üye olduğu…” Ya, bugün HDP bir siyasi parti, seçime girebiliyor. HDP’ye üyeymiş diye, efendim, “PKK’ya müzahir, PKK örgütünün siyasi uzantısı.” Ya, böyle fişler düzenlemek mümkün mü? “Madem böyle bir şey, niye seçime sokuyorsunuz?” derler adama. Yani, bunlar yarın bir gün de laikliğe karşı eylemleriyle sabit olan… Anayasa Mahkemesi Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında karar verdi. Anayasa Mahkemesinin karar verdiği tek partidir “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” ifadesi. Yarın da biz de diyelim ki: Laiklik karşıtı eylemler, işte İŞİD de bunun şeyindedir, onun uzantısı bir partinin üyesi diye Adalet ve Kalkınma Partisinin üyelerinin kardeşlerini, akrabalarını, hepsini bir kenara mı koyalım? Yani bunların demokratik bir sistemde yeri yok. Bir kardeşe Hizbullahçı demişler atmışlar, bir kardeşini de efendim HDP’ye üye diye atmışlar. Yani bunların akla izana uyar bir tarafı yok. Bizim bu kanunlarımız, bugünkü uygulamalar, bu kişilere ceza vermeye yeterli. Eğer 28’inci maddede, 1219 sayılı yasanın 28’inci maddesinde bir düzenleme yapılmasını istiyorsanız, bunu getirelim ama burada kimseyi mağdur etmeyelim. Terör örgütüne üyeyse en ağır cezayı verelim ama terör örgütüyle uzaktan yakından alakası olmayan insanlara ceza vermeyelim. Yeni mezun insanı altı yüz gün evde oturtup annesinin, babasının eline bakmaya mahkûm etmeyelim.

Şimdi, burada bu kadar sübjektif kriterlerle yani insanları işsizlikle, açlıkla terbiye etmek bugünün demokrasilerinde uygulanabilecek bir yöntem değildir. Bugünün meslek örgütleri bu kişilere ceza verebiliyor. Bir taraftan getirdiğiniz düzenlemeyle diyorsunuz ki: Meslek örgütleri bu kişilerin nerede çalıştığına karışmasın, onlar bilmesin, istediği yerde çalışsın ki bu tür meslek etiğine aykırı davranan, usulsüz rapor veren kişileri meslek örgütleri menedebiliyor. Ama diyorsunuz ki siz bu getirdiğiniz düzenlemelerle: “Bir yerde bilsin ama diğer 7 yerde mi, 8 yerde mi çalışıyor, meslek örgütü bundan bihaber olsun, onlara ceza vermesin.” diye birbiriyle çelişen maddeler getiriyorsunuz.

Şimdi, Cenk Yiğiter, KHK mağduru bir hukuk doktoru. “Bazı dergilerde yazımın yayımlanması, bazı bilimsel toplantılara katılmam yasak. Kamuda çalışmam yasak, vakıf üniversitesinde çalışmam yasak, avukat olmam yasak, Ankara Üniversitesinde öğrenci olmam yasak. Pasaport almam, yurt dışına çıkmam yasak.” diyor. Yani şimdi bu kişiye bizim yaşarken ölü muamelesi yapmaya hakkımız yok.

Bizim derdimiz, samimi bir mücadelenin gerçekleşmesi. Türkiye’nin kuruluşunda, düşman işgalinden kurtuluşunda, 1915’te tıbbiyeliler bir sınıf olarak gidip 1921’de hiç mezun vermediyse, böyle bir meslek mensubu, hayatını insan hayatına adamış, insan yaşatmaya adamış olan meslek mensupları terörist olmaz. Bunlardan hukuksuz, bu meslek yeminine aykırı davranan varsa, hukuksuz işlem yapanlar varsa, dediğim gibi, bunların hepsine ceza verme imkânınız var.

Burada Trabzon’da psikiyatri eğitimi almış olan bir arkadaşımız, asistan arkadaşımız, mor beyin üzerinden mağdur edilmişti; gitti, limon satmaya Sağlık Bakanlığının önüne. Yani bizim bu kadar sübjektif kriterlerle, birilerinin fişlemeleriyle, bu hekimleri bu kadar mağdur etmeye hakkımız var mı?

Ben son olarak şunu söylemek istiyorum; diyorsunuz ki: Konuşuyorsunuz. Tabii ki konuşacağız, tabii ki konuşmamız gerekiyor, tabii ki anlatmamız gerekiyor. Bunu anlatıp sizin vicdanlarınızın da buna uygun davranması gerekiyor. Ama, sizin vicdanlarınız buna uygun davranacakken, grup başkan vekilleri “Bu işi şeklen biz buraya getirdik, siz bir an önce şu işi oylanmış gibi yapın.” diyerek, burada kimin ne duyduğu belli değil, ne okunduğu belli değil, oldu bittiyle bu insanların hayatını karartmaya hakkınız yok dedik, burada yine karartmaya maruz kaldık.

Burada lütfen bu 5’inci maddeyi geri çekin. Bir Komisyon kuralım, burada hep beraber, terör örgütüne üye olanların, bu devletin geleceğine, bu halkın geleceğine daha fazla zarar vermemesi için iyi niyetle, samimiyetle çalışalım. Ama, yüzlerce, binlerce hekimi, milyonlarca hastayı mağdur edecek bir kararın altına imza atmayalım diyorum.

Sağlık Komisyonunu da bağımsız davranmaya ve görevini layıkıyla yerine getirmeye davet ediyorum. Bazı Komisyon üyeleri iki saat konuştu, benim de Genel Kurula yine bu mağduriyeti anlatmak üzere gitmem gerekiyor. Bu süreleri de, artan süremin de sivil toplum kuruluşlarına, bu konunun mağduriyetini yaşayan kişilere verilmesini talep ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum, yolun açık olsun.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Memleketin yolu açık olsun.

Evet, arkadaşlar, trollerinizi de eğitin.

Bu konuda kısa bir söz almak istiyorum Sayın Başkan.

“Bu adamın gözleri kan çanağı. Bu adam söz söylüyor bu kadar, konuşuyor, dinlenmiyor. İsyan ediyor, çıldırttınız adamı, yere su atıyor.” Zannediyorlar ki sizin trolleriniz, bu adam sarhoş, bu adam deli zannediyorlar. İnsanları çıldırttınız, hakikaten çıldırttınız.

BAŞKAN – Öyle diyorlarsa senin troller demek ki.

ALİ ŞEKER (İstanbul) – Hayır, ak troller diyor.

Ak troller diyor ki: “Bu dönemde Adalet ve Kalkınma Partisinin açılım kuralları konusunda kim itiraz ediyorsa ya delidir ya da sarhoştur.” diyorlar. Yani bu ülkeyi bu hâle getirmeye hakkınız var mı? Böyle savunmak için, milletin hakkını savunmak için buradan cesaret alıp iyi niyetle, samimiyetle bu savunmalarımıza devam edeceğiz.